Sene 1991. Asistanlığımın 1. yılı bir hastam olmuştu. 60 yaşında erkek hasta, 1 yıl önce Miami’de sağ kolon tümörü nedeniyle kolon rezeksiyonu yapılmış ve kontrol için gelmişti. Dosyasını yanında getirmiş, açtım, karıştırdım. Derken ameliyat raporuna denk geldim ve hem çok şaşırdım hem de hayran kaldım; neden mi? A4 kağıda, yazıcı çıktısı alınmış tam 9 sayfa! Evet, yanlış yazmadım tamamı 9 sayfa. Sağ kolon rezeksiyonu ameliyatı tam 9 sayfada anlatılmış. Ama nasıl ayrıntı; okuyunca hiç birinin gereksiz olmadığı anlaşılıyor. Adım adım ameliyatta tüm yapılanlar yazılmış. Hala aklıma geldikçe bir kopyasını almadığım için üzüntü duyarım. Bu beni çok etkiledi. Sonradan öğrendim ki o zamanlar hekimlerin tıbbi sekreterleri varmış (Biz de sonradan oldu), diktafon denilen mikro kasetlere ameliyatı anlatıp kayıt ederler, sekreterler de yazıya dökermiş. Radyologlar sık kullanıyor. Şimdi bu işler çok ilerledi. Amerika’da; bırakın ameliyat raporunu, hasta ile görüşme ve onam da ses kaydına alınır oldu. Bu ses kaydı Hindistan’a eposta ile gönderiliyor ve orada hemen yazıya dökülüp geri gönderiliyor ve hastanın dosyasına giriyor. Neden Hindistan? Tabii ki hizmet çok ucuz!
Asistanlardan sorumlu Şef muavinimiz Op. Dr. Tansu Ertekin, ameliyat raporu yazımı konusunda çok titizdi. İlk başladığımızda bize birer dolma kalem hediye etmişti ve ameliyat defterine raporları dolma kalem ile yazmamızı isterdi ve daima takipçisi olmuştu. Tabi biz haylaz asistanlar sık sık kaybeder, mürekkep biter, unuturuz derken yarım yamalak bir iş olurdu. Aslında bize ameliyat raporunun ne kadar önemli olduğunu belletmek istiyordu.
Sene 1991, Haziran ayı. 2 haftalığına Frankfurt, Almanya’da Höchst Hastanesine 2 hafta staja gittim. Cerrahinin klinik şefi Prof. Wolf Stelter. Vasküler cerrah. Genel cerrahiden sonra Houston, Texas’ta meşhur kalp cerrahı Michael DeBakey’in kliniğinde vasküler cerrahi eğitimi almış. İlk gün sabah 7:30’da odasına gittim. Kendimi tanıttım. Bana siz bu saatte mi başlarsınız dedi. Meğer 6:30’da hastaneye gelir, Klinik vizit ve yoğun bakım vizitlerini bitirir, 7:30 – 8:00 arası radyoloji toplantısı, 8’de de ameliyatlar başlarmış. Bana üzerindeki önlüğü çıkarıp verdi ve kliniğe gönderdi. O gün ilk defa laparoskopik kolesistektomi gördüm. 4 tane yapıldı. Rutinlerine oturmuştu. Biz de ilk Şubat 1991’de, SSk Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Prof. Ergün Göney hoca tarafından yapıldı. Ameliyat ertesi Milliyet gazetesinde ilk sayfada, küçük bir yer işgal etmişti.
Neyse Almanya’da iken 1. yılın sonunda bir cerrahi asistanıyım. O zamana kadar kasık fıtığı, göbek fıtığı, apendektomi, ülser perforasyonu, kolesistektomi çok yapmışım. 1 tane de kolon rezeksiyonu ki onun hikayesi ayrı, ileride yazarım. Radyoloji toplantısında bir Pakistan’lı hastanın tomografisini sundular; karaciğerde düzgün çeperli kitlesi var. Klinik olarak taeş ve karın ağrısı var. Neyse özetle kist hidatik apsesi kararı verildi. Siz de çok görülüyordur, siz ne yapıyorsunuz diye sordular bana. Ben de laparotomi ve drenaj dedim basitçe. Orada çıkan karar, ultrason eşliğinde perkütan drenaj oldu. Bu çok etkileyici bir durumdu.
Klinikte bir cerrah vardı; genel cerrahtı ama göğüs cerrahisi hastalarını tedavi ediyordu. Bir gün sabah yoktu, akşam üzeri gördüm. Nerede olduğunu sorduğumda sabah kasık fıtığını ameliyat ettirdiğini söyledi. Hiçbir şey olmamış gibi çalışmaya devam etti. Çok kuul bir durum ha! Ameliyatını kaçırmışım.
Bir sabah ameliyat öncesi serviste asistan odasında yayılmışız, kahvaltı yapıyoruz. Kimi giyiniyor kimi uzanmış, masa üzerine bacak atan bile var. Tam o sırada odaya Şef Stelter girdi, elinde kahve fincanı. Ben yıldırım hızıyla ayağa kalkıp neredeyse hazır ola geçtim. Bir baktım, kimse istifini bozmamış. Bana garip garip baktılar. Şef de bir koltuğa oturup muhabbete katıldı. Demek ki her horoz kendi çöplüğünde ötermiş!
İstanbul’a döndüğümde klinikte laparoskopik kolesistektomi anlattım. Hafif deyimi ile şüphe ile bakıldı ama 1 sene sonra biz de yapmaya başladık.
1 sene sonra Prof. Stelter beni; kongre başkanlığını yaptığı, DeBakey’in onuruna düzenlediği 8. Uluslararası Damar Cerrahisi Kongresine davet etti. Gittim. DeBakey de katıldı. Sosyal programda Frankfurt’un 50 km kadar dışında, Würzburg’un kırsalında bir şatoya götürdüler. Şatoda Sean Connery’nin başrolünü oynadığı, Umberto Eco’nun meşhur romanından uyarlanan ‘Gülün Adı’ filmi çekilmiş. Orada bize hazırlanmış bir salonda şarap tadımı yaptık. DeBakey ile karşılıklı oturduk. 84 yaşında ama dimdik bir adamdı. Çok sağlıklı görünüyordu. Ben de tam da ona bunu sordum. Bana cevabı çok kısaydı: sofradan daima aç kalkarım!
Asistanlığımın 2. yılında ilk bilgisayarımı aldım. Burla Biraderler adlı, Karaköy’de yerleşik bir şirketten. Toplama bir bilgisayar: 2 Mhz işlemci hızı, 2 MB ram, 40 MB Harddisk, Windows 3 işletim sistemi. Yazıcı ihtiyacım yoktu, anladım ama o zamanlar dot matrix yazıcılar yaygındı. En çok ‘Prince of Persia’ oynardık 🙂
Sene 1994. Asistan tezimi hazırlıyorum. ‘Deneysel kısa bağırsak sendromunda octreotide asetat’ın yeri’. Neyse tezi bilgisayarda yazdım. Yazıcı çıktısı için o zamanlar bir bilgisayar şirketinde çalışan, liseden sınıf arkadaşım Ahmet Kurşun’a gittim. Ofisleri hastanenin hemen yanındaydı. Onlarda lazer yazıcı vardı. Kitap gibi 32 sayfa çıktıyı verdi bana. Ertesi gün Şefimiz Prof. Asaf Ataseven’e teslim ettim. Bir gün sonra beni çağırdı. Düzeltmeleri yazı üzerinde yapmış, bana verdi. Ben akşam hemen evde (tabii o zaman laptop olsa 1 saatte önüne koyardım!) düzeltmeleri bilgisayarda yapıp, yine Ahmet’e gidip çıktı alıp hocaya teslim ettim. Şok oldu. Nasıl yazdın bir günde dedi. Ben de bilgisayar hocam deyip anlattım. Sonunda 1 hafta git gel ile tezin onayını aldım. Başasistanımız Doç. Dr. Rıza Kutaniş abimize anlattım olanları. Onlar, tezi para verip sekreterlere yazdırırmış. Değişiklik olunca sil baştan yazılırmış doğal olarak. Çok para verdik dedi 🙂 Tabii biz de bedavaya kurtaramadık. 2 tepsi Seyidoğlu baklavası bu yolda tüketildi. Seyidoğlu baklavası demişken, ilk geldiğimde serviste bir baklava tepsisi vardı. Demirbaştı. Hastalar, ameliyat sonrası teşekkür için boş tepsiyi alıp dolu getirirdi :))
Şimdi ne yapıyoruz; bilgisayarda hazır olan bir şablonu hastaya göre küçük değişiklikler ile yazıcıdan çıktı alıp dosyaya koyuyoruz. Oh ne kolay! Bazen ironik hatalar da oluyor; özellikle radyoloji raporlarında rastladım. Kasık fıtığının tarafının ters yazılması, ek yapılan fıtık onarımın yazılmaması gibi. Örneğin kadın hastanın tomografi raporunda prostatdan söz edilmesi gibi.
Eskilerden girince çok şey var yazılacak. Askerlik anıları gibi; bitmez! Bizim Sezai gibi; konuyu askerlik anılarına getirince sazı bir alır eline, sonu gelmez. Laf aramızda 17 ay askerlik yaptı, Bodrum’da!
Her neyse aslında bu yazıyı ameliyat raporunun önemini vurgulamak için yazmak istedim, eskilere gidince amacından kısmen uzaklaştı. Ancak gerçekten ameliyat raporu çok önemlidir. Yazarken özen gösterilmelidir. Tamamen objektif açık olunmalıdır. Bir hastaya yapabileceğiniz en büyük iyiliklerden biridir. Aslında bunun için ‘Ayrıntılı bir ameliyat raporu herşeydir’ başlıklı blog yazımda Ekim 2017’de yazmıştım. Buradan yola çıkarak aklıma uzun bir ameliyat raporu yazma denemesi geldi ve yaptım. Onu da son blog yazımda Ameliyat raporu TEP okuyabilirsiniz. Bu seriye devam edeceğim. Ardından Lichtenstein, IPOM+, Rives-Stoppa ve TAR yazmak var. TAR – Nasıl yaparım? Blog yazım aslında ameliyat raporuna benzer. Ameliyat öncesi ve sonrası dönemini çıkarırsanız neredeyse bir ameliyat raporu. Kesinlikle okuyun.
Benim favori sanatçım, eski ustaların sonuncusu Picasso’nun çok sevdiğim bir lafı var: ‘Yalnızca bir düşünce ile başlarım ve sonra bu düşünce bambaşka bir şey olur.’. Ben de ameliyat raporunu ayrıntılı yazmanın önemi üzerine yazı yazmak üzere yola çıktım. Şimdi bambaşka bir yere vardım.